Sürdürülebilir Yarınlar İçin

Bugün Adım Atıyoruz

Yeşil Bir Dünya İçin Birlikte çalışıyor, sürdürülebilir bir gelecek için doğaya saygılı çözümler üretiyoruz.

 

Yeşil

Finansman Haritası

Yeşil finansman, ekonomik büyümeyi çevresel sürdürülebilirlikle birleştirmeyi amaçlayan bir finansman yaklaşımıdır. Türkiye, bu alanda önemli adımlar atarak yeşil ekonomiye geçişini hızlandırıyor.

Elektrikli Araçlar ve

Sürdürülebilir Kalkınma

Elektrikli araçlar, günümüzde sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmada kritik bir rol oynuyor. İşte bu araçların neden önemli olma nedenleri:

Dünya Sınırda

Karbon Vergisi'ne Hazır mı?

Sınırda Karbon Vergisi (SKV), karbon emisyonlarını azaltmak ve küresel rekabette eşit şartlar sağlamak amacıyla sınır ötesi ticarette uygulanan bir vergi türüdür. Peki dünya, SKV’ye ne kadar hazır?

Önceliklerimiz

Daha çevreci, daha huzurlu ve daha demokratik bir Türkiye hedefimize ulaşmamıza katkı sağlayacak altı temel önceliğe odaklanıyoruz.

Yeşil Enerji

Endüstri ve Sanayide Yeşil Dönüşüm

Yeşil Taşıma Çözümleri

Kırsalda Yeşil Bilinçlenme

Yeşil Enerji Teknolojileri

Eğitimde Yeşil Dönüşüm

Yeşil Enerji

Yeşil Enerji

Endüstri ve Sanayide Yeşil Dönüşüm

Kırsalda Yeşil Bilinçlenme

Yeşil Enerji Teknolojileri

Eğitimde Yeşil Dönüşüm

Yeşil Taşıma Çözümleri

  • Dünya Sınırda Karbon Vergisi'ne Hazır mı?

    Sınırda Karbon Vergisi (SKV), karbon emisyonlarını azaltmak ve küresel rekabette eşit şartlar sağlamak amacıyla sınır ötesi ticarette uygulanan bir vergi türüdür. Peki dünya, SKV’ye ne kadar hazır?

  • Elektrikli Araçlar ve Sürdürülebilir Kalkınma

    Elektrikli araçlar, günümüzde sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmada kritik bir rol oynuyor. İşte bu araçların neden önemli olma nedenleri:

  • Sürdürülebilir Hedefler ve Futbol

    Futbol, dünyanın en popüler sporlarından biri. Milyarlarca taraftarı var ve birçok ülkede yaşamın merkezinde yer alıyor. Ancak, futbolun sadece eğlence ve tutku olmadığını, aynı zamanda sürdürülebilir bir gelecek için önemli bir araç olabileceğini biliyor muydunuz?

  • Yapay Zekâ ve Sürdürülebilir Kalkınma

    Yapay zekâ, günümüzde hayatımızın birçok alanında devrim yaratırken, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada da önemli bir rol üstleniyor. Yapay zekânın sunduğu devasa veri işleme ve analiz kapasitesi, optimizasyon ve tahmin yetenekleri, sürdürülebilirlik alanında çığır açıcı çözümler sunuyor.

  • Türkiye'nin Yeşil Finansman Haritası

    Yeşil finansman, ekonomik büyümeyi çevresel sürdürülebilirlikle birleştirmeyi amaçlayan bir finansman yaklaşımıdır. Türkiye, bu alanda önemli adımlar atarak yeşil ekonomiye geçişini hızlandırıyor.

Son Haberler

Kömüre Veda

Küresel çapta bir süredir fosil yakıtlara dayalı kaynaklardan yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin temel alındığı yeşil dönüşüme tanıklık ediyoruz. İklim değişikliğinin en önemli sebeplerinden biri hiç şüphesiz sürdürülebilir olmayan şekilde tüketilen ve kullanılan fosil yakıtlar sebebiyle ortaya çıkan emisyonlardı. Yıllar içerisinde pek çok ülke kömür başta olmak üzere fosil yakıtlara gerek ihracatta gerekse de ithalatta olan bağımlılıklarını azaltmak veya kömür kullanımını tamamen ekonomik modellerinden çıkarmak için adımlar atmakta. Ancak bugüne kadar fosil yakıtlar hiçbir zaman kendine hem G7 hem G20 liderler bildirgesinde hem de Birleşmiş Milletler iklim zirveleri nihayetinde alınan kararlarda aynı anda yer bulamamıştı. 2021 yılı bu açıdan bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Peki kömür ve fosil yakıtların bu metinlerde ve kararlarda anılması ne anlama geliyor, işte buna yazımızda değineceğiz. Uluslararası platformlarda kömür tartışmalarıÇevre ve iklim tartışmaları 50 yıldır süregelmektedir. İklim değişikliği yalnızca belli bir kesim ülkenin değil, tüm gezegenin ortak problemi olduğu için de tartışmalar kapsamında tüm ülkelerin ortak bir paydada buluşabileceği çözümler aranmaktadır. İklim değişikliğinin giderek etkisini daha fazla hissettirmeye başlamasıyla son on yılda gelişmiş ülkelerin temsil edildiği uluslararası platformlarda verimsiz fosil yakıt teşviklerinin dışlanması gündemin önemli maddelerinden biri haline gelmiş durumdadır. Geçtiğimiz birkaç yıldır ise iklim krizinin acil eyleme geçilmesini gerekli kılması sebebiyle gelişmiş ülkeler gündemlerine en kirletici fosil yakıt olan kömüre yönelik yapılan yatırımların da dışlanmasını aldılar. Ek olarak 1,5oC hedefine ulaşılmasının günbegün zorlaştığının analitik çalışmalarla ortaya konulması, bu bağlamda hali hazırda ülkeler tarafından sunulan ulusal katkıların yetersiz oluşunun hesaplanması, gelişmiş ülkeleri daha fazla sorumluluk üstlenmeye doğru yönlendirmiş gözüküyor. Öte yandan yayımlanan güncel araştırmalarda gelişmiş ülkelerin bugüne kadarki iklim değişikliğinin %50’sinden sorumlu oldukları tespit edilmektedir. Dolayısıyla Paris Anlaşması’nda da yer aldığı gibi gelişmiş ülkelerin bu alanda liderlik üstlenmelerini beklemek olağan gözükmektedir. Bu kapsamda 2021 yılında kömür politikalarıyla ilgili ses getiren ilk beyan G7 Liderler Bildirgesinde ortaya çıkmıştı. Haziran ayında gerçekleşen zirve sonucunda duyurulan bildirgede G7 liderleri kömür kullanılarak elde edilen elektrik üretiminin sera gazı emisyonlarının en büyük sebebi olduğunu, azaltılmamış (unabated) kömüre yapılan uluslararası yatırımların en kısa sürede durdurulması gerektiğini kabul ederek azaltılmamış uluslararası termik termal kömür enerji üretimine yönelik yeni ve doğrudan sağlanan devlet desteklerinin sonlandırılmasına yönelik taahhütte bulunmuşlardı. Aynı bildiride ayrıca kömürle çalışan santralleri 2021 sonrası finanse etmeme sözü de veren liderler kömür kullanımına son verme konusunda ise tarih vermekten kaçınmışlardı. “Azaltılmamış” ifadesine kısaca değinmekte fayda var. Bu terime Uluslararası Enerji Ajansı tarafından bu yıl yayımlanan Net Sıfır Enerji raporunda ve G7 bakanlar ve liderler toplantılarının ardından yayımlanan bildirilerde yer verildi. Söz konusu ifade karbon yakalama ve depolama gibi CO2 emisyonlarını azaltan teknolojilerle azaltılamayan kömür kullanımını ifade etmektedir. İklim zirvesi öncesi dünyanın en büyük 20 ekonomisini bu sene Roma’da bir araya getiren G20 toplantısında ise paydaşların sayılarının artması, ekonomilerin çeşitlilik göstermesi, tartışmaların beklendiği üzere G7’de olduğundan daha zor bir şekilde neticelendirilmesine sebep olmuştu. Verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının azaltılması bir süredir kendisine G20 bildirilerinde yer bulmaktaydı, ancak kömür özelinde benzer bir yaklaşıma rastlanmıyordu. Roma zirvesinin sonuç metnine göre G20 liderleri yurt dışında azaltılmamış kömürle elektrik üretimi için doğrudan kullandırılan yeni kamu desteklerini sona erdirmeyi ve bu alanda yapılan uluslararası yatırımların durdurulmasını kabul ettiler. Bildiride ayrıca kömür kullanılarak gerçekleştirilen elektrik üretiminin, sera gazı emisyonlarının en büyük sebebi olduğu vurgusu da yer aldı. Bu anlamda G7 ve G20 platformlarında fosil yakıtlar arasından kömürün artık kademeli bir şekilde de olsa terkedileceğine yönelik bugüne kadar ortaya konulmamış bir irade sergilenmiş oldu. G20 toplantısının hemen ardından liderler bu kez Glasgow’da pandemi dolayısıyla bir yıl gecikmeli olarak toplanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 26. Taraflar Konferansı (COP26) marjında bir araya geldiler. Bu kez kömür ile ilgili karar almak çok daha zordu. Zira nihai bir COP kararı için tüm ülkelerin ikna edilmesi gerekiyordu. Oturumun henüz başında Birleşik Krallık Başkanlığının da başını çektiği girişim ile aralarında Polonya, Şili ve Vietnam gibi önemli kömür tüketicilerini de barındıran 40’tan fazla ülke yeni kömürlü elektrik üretimine yönelik tüm yatırımları yurt içinde ve yurt dışında sona erdirme taahhüdünde bulundu. Ayrıca büyük ekonomiler için 2030 civarında ve daha fakir ülkeler için 2040 yılında kömür enerjisini aşamalı olarak durdurmayı kabul ettiler. Çin ve ABD gibi kömür söz konusu olunca öne çıkan figürlerden ikisi bu girişime katılmamayı tercih etmişti. Diğer taraftan müzakereler sürerken 10 Kasım tarihinde ABD ile Çin’in ortak bildirisi yayımlandı. Bildiride kömüre ilişkin olarak Çin tarafının 15’inci beş yıllık planı süresince kömür tüketimini kademeli olarak azaltacağı (phasedown) ve azaltılmamış kömür kaynaklı enerji üretimine verilen desteklere ilişkin her iki tarafın da vermiş olduğu taahhütlere bağlılığı hatırlatılıyordu. Müzakere masasına verilmek istenen mesaj çok açık olarak kömürün bir şekilde gelecekteki iklim rejimi altında istenmeyen fosil yakıt ilan edilmesiydi. Müzakereler de bu yönde ilerliyor ve azaltılmamış kömürün aşamalı olarak kaldırılması ifadesi metinlerde kendine yer buluyordu. Ancak Glasgow İklim Paktı’nın bu şekliyle onaylanmasına dakikalar kala Hindistan tarafından kömürün aşamalı olarak kaldırılması yerine aşamalı olarak azaltılması ifadesinin kullanılmasının talep edilmesi üzerine gelişmiş ülkelerden tepkiler yükselmişti. Yoğun istişareler sonucunda paktı kabul edebilmek ve uzlaşıyı sağlayabilmek uğruna Hindistan’ın dile getirdiği, Çin’in ise desteklediği bu talep kabul edilmişti. Tüm eleştirilere rağmen Glasgow İklim Paktı adını alan kararda “kömür enerjisinin aşamalı olarak azaltılması ve etkin olmayan fosil yakıt sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılması” ifadeleri yer alırken “verimsiz fosil sübvansiyonlarının kademeli olarak dışlanması” hususuna da değinildi. Glasgow’un ardından kömüre vedaKömür enerjisinin aşamalı olarak azaltılması ile verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının kademeli olarak dışlanmasını içeren ifadelere daha önce hiçbir iklim müzakere metninde rastlamamıştık. İklim değişikliğiyle ilgili en üst düzeyde müzakerelerin yürütüldüğü böylesi bir platformda bu zamana kadar ülkelerin bu konuda iddialı adımlar atamamış olması aslında hala fosil yakıtlara yönelik politikaların hayatımızın bir yerinde olduğuna işaret etmekte. Buna karşın COP26 sonucunda ortaya çıkan karar ile 30 yıllık müzakere tarihinde istenilen seviyede olmasa bile fosil yakıtların dışlanması veya kaldırılmasına bir şekilde işaret edilmesi dahi uluslararası konjonktürdeki değişimi çok net şekilde bizlere göstermektedir. Peki tüm dünyayı ilgilendiren Glasgow İklim Paktı’nın kömür ile ilgili ne gibi bir etkisi olması bekleniyor? Yapılan araştırmalar Glasgow oturumundan önce yaklaşık 260 GW kapasiteye sahip olan 380 tesisin aşamalı olarak kapatılması planlarının tamamlanmış olduğuna, bu rakamın Glasgow’da verilen taahhütlerden sonra 550 GW kapasiteli 750 kömürle çalışan elektrik santraline yükseldiğini bizlere gösteriyor. Bunlara ek olarak 1420 GW değere sahip 1600 kömürle çalışan santralin, ülkelerin karbon nötr hedefleri kapsamına alındığını da

Devamını Oku

İstanbul Depremine Bütün Türkiye Yetişemez

1999’da Gölcük depreminden hemen sonra “deprem öldürmez, çürük bina öldürür” sözü hafızamıza kazınmıştı. O günden bu yana sadece TV’lerde uzmanların anlamsız tartışmalarıyla vakit geçirdik. Sonunda da bilimsel sohbetlerinden yorulduk, seyretmez olduk. Zira depremin ne zaman ve nerede olacağı vatandaşı ilgilendiriyordu. Bu da maalesef bilimsel olarak öngörülemiyordu. Dolayısıyla tek çare gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yaşadığımız mekânları her türlü afete hazırlıklı hale getirmekti. Binalarımız olası bir depremin büyüklüğü ve şiddeti dikkate alınarak dizayn edilirse oluşabilecek kayıplar minimum olacaktır. Türkiye deprem bölgeleri haritası esas alındığında ülke topraklarının %96’sının farklı oranlarda deprem tehlikesine sahip bölgeler içerisinde yer aldığı ve nüfusunun % 98’inin bu bölgelerde yaşadığını görmek mümkündür. Yüzyıllardır yaşanan ağır depremler maalesef bize ders olmamış, sürekli gündemin değiştiği ülkemizde unutulmuştur. Depremlere karşı tedbir almakta ne kadar zayıf davrandıysak, deprem sonrası yardımlaşma ve kurtarmada o kadar büyük gayret sarf ettik, paralar harcadık. İstanbul’da 1903’te yaşanan 6,7 büyüklüğündeki depremde 4500 bina ya yıkılmış ya ağır hasar görmüş, 2000 kişi de hayatını kaybetmiştir. 1939’da Erzincan’da meydana gelen deprem 7,9 şiddetinde olmuş 117 bin bina yıkılmış, 33 bin vatandaşımız çürük binalar yüzünden can vermiştir. 1944’te Bolu Gerede’de yine 7 şiddetindeki depremde 4.600 kişi, 1975’de Diyarbakır, Lice’de 2385 kişi ve hepimizin daha dün gibi hatırladığımız 1999 yılında Kocaeli ve Düzce depremlerinde toplam 18.000 vatandaşımızı kaybettik. Yıllar geçti yine ders almadık. TEK ÇARE DÖNÜŞÜM 1903 yıkıcı İstanbul depreminin üzerinden 100 seneden fazla geçmiştir ve eğer depremin olma periyodu her yüz senede bir ise İstanbul’da her an yıkıcı bir deprem olma olasılığı çok fazladır. Ülkemizdeki 18 milyon konutun yaklaşık % 45’i olan 7 milyon konutun acilen yıkılıp yeniden yapılması gerekmektedir. İstanbul özelinde ise yaklaşık 3 milyon konut stokunun %40’ı ekonomik ömrünü doldurmuş, %27’sinin acilen yıkılması gerekmektedir. Demokrasiyle yönetilen ülkemizde, iktidar ve muhalefetin mevcut çürük yapı stokunu yenilemesi ve vatandaşını buna ikna etmesi hiç de kolay olmayacaktı ve olmadı da… Çünkü insanların en kutsal yeri oturdukları meskenleridir ve buraya dokunan oy alamaz. Demokrasilerde böyle bir riski almak her babayiğidin harcı değildir. Hükümetin başındakiler istese bile tabandaki parti yöneticileri tepkilerden korktukları için alınacak tedbirlere direnmeyi yeğlerler. “Hele bu seçim dönemi geçsin, sonra başlayalım” diyerek sürekli yukarılara baskı yaparlar. Şaşırtıcı bir şekilde 2011 yılında Van’da yaşanan ve 604 masum vatandaşımızın öldüğü depremden sonra bu ülkenin Başbakanı Sayın Erdoğan “Seçimi kaybetme pahasına da olsa hasarlı binaları yıkıp yeniden yapacağız” demiştir. Bu aslında kendi ve partisi adına büyük bir risktir. Başbakan’ın kararlılığı, geçtiğimiz 10 yıllık iktidarında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı kurması, TOKİ vasıtasıyla 500 bin yeni konut üretmesi ve afet kanunu çıkartmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu ülkede yaşayan herkes deprem gerçeğini aklından çıkartmadan kentsel dönüşüme destek vermeli, rant beklentilerinden uzak kendilerinin ve çocuklarının canını düşünmelidir. Özellikle İstanbul’da meydana gelecek şiddetli bir deprem, telafisi olmayan sonuçlar doğuracaktır. Yegâne çare, el birliğiyle İstanbul’daki binaları acilen dönüştürmektir. Kentsel dönüşüm yapılabilmesi için, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ve belediyelerin öncelikle kararlı duruş göstermesi, proaktif rol alması ve vatandaşı dönüşüme inandırması gerekmektedir. Sırf rant uğruna dönüşümün önüne taş koyanların devletin gücüyle ikna edilmesi gerekmektedir.                                                                                                             Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar

Devamını Oku

IPCC Azaltım Raporu: Sıfır emisyon hedefi için hidrojenin hayati rolü

Birleşmiş Milletler’de 193 hükümetin tamamı tarafından imzalanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) İklim Değişikliği 2022: Azaltım Raporu’na göre, dünya net sıfır emisyona ulaşmayı hedefliyorsa, hidrojenin bu süreçte hayati bir rolü olacak. Dünyanın dört bir yanından 83 bilim insanı tarafından hazırlanan 2913 sayfalık muazzam belge esasen dünyanın karbondan nasıl arındırılabileceğine dair geniş bir yol haritası ortaya koyuyor.IPCC raporu dünyanın temiz hidrojeni nasıl kullanması gerektiğini, binalar, taşımacılık, ağır sanayi ve enerji depolama alanlarındaki rolünü ve ayrıca hidrojenin üretimi ve kullanımıyla ilgili olarak da dikkat edilmesi gereken önemli hususları açıklıyor. Bilindiği üzere, enerji sektörü için sera gazı azaltım seçeneklerinin yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar, önümüzdeki on yıl ve 2030’un ötesi için daha da derin azaltımları hedefleyerek daha geniş tabanlı bir zeminde ilerlemeyi amaçlıyor. Bu bağlamda raporda elektrik üretimi de dahil olmak üzere emisyonları hızla azaltmak için uygun maliyetli alternatiflerin ve fırsatların varlığına dikkat çekiliyor. Ancak kısa vadeli sera gazı azaltım hedeflerinin küresel ısınmayı 1,5°C ya da 2°C ile sınırlama hususunda yeterli olmayacağı ve enerji sistemlerinden kaynaklı karbondioksit ve sera gazı emisyonlarının hızlı ve derin bir şekilde düşüş göstermemesi durumunda hedefe ulaşılamayacağı da öngörülüyor. Isınmanın 2°C veya 1.5°C ile sınırlandırılması önümüzdeki 30 yılda enerji sistemindeki önemli değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Bu, azalan fosil yakıt tüketimini, düşük ve sıfır karbonlu enerji kaynaklarından artan üretimi ve elektrik kullanımının artışını ve hidrojen gibi alternatif enerji taşıyıcılarının da giderek artan kullanımını içeriyor. Dikkat çeken noktalardan biri de net sıfır enerji sistemlerinin küresel düzlemde ortak özellikler taşıyacağı, ancak her ülkedeki yaklaşımın ise ulusal şartlara bağlı olacağı yönünde. Net-sıfır enerji sistemlerinin ortak özelliklerini yedi temel noktada gruplayan rapora göre; net karbondioksit üretmeyen veya karbondioksiti atmosferden uzaklaştıran elektrik sistemleri, hafif hizmet taşımacılığı, ısıtma ve yemek pişirme alanları dahil olmak üzere son kullanımların yaygın olarak elektrifikasyonu, günümüze kıyasla önemli ölçüde daha düşük fosil yakıt kullanımı, elektrifikasyona daha az uygun sektörlerde hidrojen, biyoenerji ve amonyak gibi alternatif enerji taşıyıcılarının kullanımı, enerjinin bugüne göre daha verimli kullanımı,  bölgeler genelinde  ve enerji sisteminin bileşenleri kapsamında şebekeye daha fazla enerji sistemi entegrasyonu ve son olarak bioenerji ile karbon yakalama, depolama ve doğrudan hava ile karbon yakalama, depolama yöntemleri ile karbondioksit uzaklaştırma ve artık emisyonları dengeleme konularına ait alt başlıklar hem dünya genelinde hem de ülkelerin kendi yol haritaları çerçevesinde önem arz ediyor.Enerji taleplerinin ve enerji sektör emisyonlarının artmaya devam ettiğini vurgulayan IPCC raporu özellikle güneş, rüzgar ve bataryalar gibi enerji sistemlerinden kaynaklı emisyonları azaltmaya yönelik alternatif seçeneklerin maliyetlerinin düştüğüne de dikkat çekiyor. Hatta, toplumsal baskı sebebiyle de fosil yakıt kullanımının sınırlandırılması ve dünya çapında politikaların yenilenebilir enerji yönünde yeniden belirlenmesi, düşük faiz oranları ve azalan maliyetler sayesinde rüzgar ve güneş gücü kapasitelerinin artışta olduğunu da ekliyor. Bununla birlikte rapor, ağırlıklı olarak yenilenebilir enerji kaynaklarıyla çalışan elektrik sistemlerinin önümüzdeki yıllarda dünya genelinde giderek daha fazla baskın hale geleceğini ve bu durumun da tüm enerji sisteminin yenilenebilir enerji kaynaklarından tedarik edilmesi sürecini de beraberinde getireceğini ifade ediyor. Değişken doğaya sahip güneş enerjisi ve rüzgar enerjisinin şebeke sistemlerine hidrojen gibi farklı yöntemlerle entegre edilebileceğine dair hususlara sonuçlar arasında yer veren rapor bu konunun hem mevzuat hem de teknik anlamda iyi araştırılması gerektiğinin de altını çiziyor. Rapor hidrojen özelinde ise, dünyanın temiz hidrojeni nasıl kullanması gerektiğine ve hidrojenin elektrik üretimi, binalar, ulaştırma, ağır sanayi ve enerji depolama gibi alanlarda potansiyel rollerine değinirken temiz hidrojenin üretimi ve kullanımında karşılaşılabilecek bir takım muhtemel olumsuzluklara da ışık tutuyor.Gelecekte tüm sektörlerde hidrojen kullanımının aynı yoğunlukta olamayacağı, daha çok elektrik alanında tamamlayıcı bir enerji taşıyıcısı olarak oldukça avantajlı bir konuma geleceği ifade ediliyor. Hidrojen, mevsimsel veya üretim kapasitesi farklılıklarının üstesinden gelmek için farklı bölgeler arasında elektrik ticaretine imkan sağlayarak, kesikli yani sürekli olmayan yenilenebilir kaynakların şebekeye yüksek derecede aktarımını desteklemek için uzun vadeli elektrik depolanmasını mümkün kılabilir. Ayrıca, pik üretimi için doğal gaz yerine kullanılabilir, endüstriyel ihtiyaçlar için proses ısısı sağlayabilir veya demir cevherinin doğrudan indirgenmesi yoluyla metal sektöründe kullanılabilir. Temiz hidrojen çeşitli kimyasalların ve sentetik hidrokarbonların üretiminde hammadde olarak kullanılabilir. Tüm bunlara ilaveten, hidrojen bazlı yakıt hücreleri araçlara güç sağlayabilir. Batarya depolamadaki son gelişmeler elektrikli araçları hafif hizmet taşımacılığı (yani arabalar ve kamyonetler) için en çekici alternatif haline getiriyor. Bununla birlikte yakıt hücresi teknolojisi ağır hizmet taşımacılığı segmentlerinin (örneğin, kamyonlar, otobüsler, gemiler ve trenler) karbondan arındırılmasını tamamlayıcı unsur olarak destekleyebilir. Rapor, aynı zamanda sentetik yakıtlar gibi temiz hidrojenden elde edilen ürünlere muhtemelen denizcilik ve havacılığın karbondan arındırılması için ihtiyaç duyulacağını da ekliyor. BİNALARMevcut trend dünya genelinde bazı doğal gaz şirketlerinin, özellikle de dağıtıcıların, hidrojenin mevcut gaz şebekeleri etrafına pompalanabileceği ve böylece ısınmada da kullanılabileceği yönünde. Fakat IPCC bu ihtimal için doğal gaz şirketleri kadar heyecanlı değil. Rapor elektriğin ısınma ve yemek pişirme için giderek daha fazla kullanılması sebebiyle binalarda elektrifikasyonun baskın strateji olmasının beklendiğine vurgu yapıyor. Her ne kadar tamamen sıfır karbon olmasa da ısı pompalarının binalarda ve endüstride ısıtma ve soğutma için giderek daha fazla kullanılıyor olması elektriğe geçiş kolaylığı açısından hidrojenin binalarda şimdilik, en çok tercih edilen alternatif olmayacağını gösteriyor. Bu çerçevede ısıtma, soğutma ve diğer bina enerji talepleri için elektriği doğrudan kullanmak örneğin kazanlarda veya yakıt hücrelerinde yakıt olarak hidrojen kullanmaktan daha verimli olabilir. Rapor, mevcut altyapının, hidrojen altyapısına kıyasla birçok bölgede daha iyi gelişmiş olması durumunda ise odağı mevcut olanda tutmanın ve var olan ihtimallerin değerlendirilmesinin daha faydalı olabileceğini de ekliyor. Ancak, burda mevcut altyapının iyiliğinin doğru ve teknik yaklaşımlarla değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizmekte fayda var. Raporun ilerleyen kısımlarında gaz şebekelerini hidrojene dönüştürmek elektrik şebekelerine ek stres getirmeden ısıyı karbondan arındırmak için çekici bir seçenek olsa da hidrojenden ısı elde edilmesinin maliyetinin aynı zamanda soğutma amaçlı da kullanılabilen ısı pompalarından ısı elde edilmesinin maliyetinden daha yüksek olabileceğine değiniliyor. Saf hidrojen şebekeleri için gaz şebekelerinin yeniden kullanımının değerlendirilmesi noktasında, boruların değiştirilmesi ve gaz kazanlarının ve pişirme cihazlarının değiştirilmesi gibi kaspamlı sistem modifikasyonlarının gerekebileceği ve bu hususun binalar için hidrojen yol haritaları geliştirilirken dikkate alınması gereken bir faktör maliyeti olduğuna da dikkat çekiliyor.Ev tipi hidrojen cihazlarıyla ilgili güvenlik ve performans endişelerine de değinen rapor 1990-2019 döneminde inşaat sektöründe hidrojenin kullanılmadığını ve 2050 yılına kadar binalarda hidrojenin mütevazı bir rolü olacağını belirtiyor. KARA ULAŞIMIIPCC “akülerin şu anda hafif ticari araçlar için hidrojen ve yakıt hücrelerinden daha çekici bir seçenek olduğunu” ve hidrojenin hafif hizmet araçları

Devamını Oku